31 Aralık 2009 Perşembe

ZAMAN HIRSIZLARI

Bu gördüğünüz elişi ince dikiş iğnesi ve iki kat iplikle yapılan iğne oyası bir oda takımı . Türk hanımlarının en çok değer verdiği bir türlü vaz geçemedikleri çeyizler gün geçtikçe çeşidini arttırıyor. Önceden belli şeyler süsülenirken zamanla her yere bir şeyler yapılır olmuş. Oysaki hanımlar vakitlerinin çoğunu günlere gitmek ve gereksiz elişleriyle öldürmek yerine çocuklarını eğitseler, eksik oldukları konularda kitap okusalar yani hem kendilerini yetiştirseler hem de çocuklarını, ozaman Türk toplumu daha gelişmiş bir toplum olabilirdi. Düşünün beyaz bir havlunun kenarında renkli bir iğne oyasının ne işi var? İğne oyası mekik oyası 90 dereceyle yıkanacak şeyler değildir. Onlar çok narin, hatta ılık suyla hafifce yıkanmısı gereken şeylerken; Sen vaktin çok ya, ömrün çok uzunya ne yapacağını bilemiyorsun, "Ne yapıyım bi değişiklik olsun" Diğer hanımlar dururmu "Aaaa komşum bunu yapmış ben de bir başkasını yapayım diş fırçasının kenarına makreme öreyim...! Ah hanımlar birbirinizle birazda gerekli bir şeylerde yarışsanıza..." Ay ama çok güzel napıyım" Ah güzel kardeşim sen yaptıklarından daha güzelsin ve daha güzeline layıksın ama boşa geçen ömürden elinde kalanlar ahirete taşıyamayacağın kadar çok. Biliyorsun ki son durakta bir kefen yeterli...!
YAKUT

30 Aralık 2009 Çarşamba

CİLLOP GİBİ...binek.

Zenginliğin simgesi arabalar. Kimi insanların arabalara taparcasına bağlanmasına bir anlam veremiyorum. Bazıları akşam onunla yatar sabah onunla kalkar her konuştuğu lafın ikisi arabadır. İyide araba ne içindir tabiki rahatımız içindir ama görüyorum ki bazılarının rahatı arabayı alınca kaçıyor niyemi acaba hırsız çalarmı acaba birisi boyasını çizermi şimdi arabamız vardiye birilerini taşımak zorunda kalırsak o birileride döşemeleri kirletirse acaba bu arabanın taksitini nezaman bitireceğim acabalar acabalar bitmeyen dertler... Oysa ki arabanızı çokta lüx olmayan ve ikinci üçüncü el ve" Allah kaçıncı el verdiyse" alırsanız görün bakın hiç bir endişeniz kalmayacak zaten çizen çizmiş hırsız ne etsin o arabayı zaten araba da sizin İHTİYACINIZ için değilmi sizi yağmurlu bir günde otobüs beklemekten, uzun yollarda yorulduğunuzda arabayı bir kenara çekip dinlenmeniz oranın tadını çıkarmanız, darda olan birini acil hastaneye yetiştirmeniz, alışverişlerinizi kolaylıkla yapabilmeniz için değilmidir. Eeeeeeeeee iyi ozaman neden en pahalı oto lara bakarsınız orta bi yol tutsanıza...!Ama doğru ya orta yol tutarsanız nasıl hava atacaksınız...! Zenginliğinizi nasıl sergiliyeceksiniz aslında arkadaş dediğiniz ama herzaman rekabet içinde olduğunuz o insanlara...!
YAKUT

29 Aralık 2009 Salı

BİR ÇOCUĞUN DİLİNDEN...

SU AYGIRI VE CİVCİV:Bir varmış bir yokmuş. Bir civciv ve birde su aygırı varmış. Bunlar bir gün birbirleri ile tanışmış ve arkadaş olmuşlar. Civcivin annesi yavrusu için endişeleniyormuş; "Ya yavrumun başına birşey getirirse o su aygırı?" diye düşünüyormuş. Civciv hergün su aygırı ile oynuyormuş. Bir gün su aygırı civciv ile oynarken yanlış bir hareket yapmış ve annesi yavrusuna;" Kızım bir daha o şişman su aygırı ile oynamayacaksın, zaten baştan beri sana bir şey yapacak diye korkuyordum, işte korktuğum başıma geldi." demiş. Civciv;" Ama anne!" demiş. Annesi ;"Aması maması yok sus oynamıyacaksın." demiş. Civciv; "Peki anne." demiş. Su aygırı bu sözleri duymuş, çok üzülmüş ama yinede civcive kırgın değilmiş. Günlerden bir gün civciv bir kedinin eline düşmüş. Bunu gören civcivin annesi ne yapacağını şaşırmış. Bi çare bulamayınca mecbur su aygırıya gitmiş özür dilemiş ve;" Yavrumu kurtar" demiş. Su aygırı" peki" demiş ve ormanın arasında kediyi bulmuş ve kedinin üstüne oturmuş. Kedi ezilmiş ve yaralanmış civciv ile su aygırı eve gitmiş. Civciv annesine sarılmış; "Anne beni su aygırı kurtardı, aslında o çok iyi kalpli, öyle şişman olmasaydı beni kurtaramazdı" demiş. "Evet kızım senin onunla oynamana izin veriyorum" demiş." Yaşasın, teşekkürler teyze" demiş su aygırı. Civciv ise "Sizler benim bu dünyada en sevdiğim kişilersiniz" demiş ve ömür boyu mutlu bir hayat sürdürmüşler.
ZEYNEP HİLAL 5/A

28 Aralık 2009 Pazartesi

Hayatı Birde Böyle Deneyin


Şu evin güzelliğine bir bakın... Ne kadar da ferah zamanmı değişiyor yoksa insanlar mı...? Böylesi güzel evler artık kullanılmıyor. (tabiki genel anlamda) herkezin tercih ettiği evler benim zamane evleri diye tabirettiğim herkezin bayıla bayıla oturduğu eveler, zamane evlerin de okadar çok gereksiz şey var ki bazı arkadaşların evine gittiğimde kendimi o evde kaybolacak sanıyorum ve o kadar çok şey varki onlara bakmaktan gözlerim yoruluyor. Böylesi evlerde oturup kendimizi yormayalım hem obür tarafta hesabıda çok büyük . Siz eniyisimi eski evleri tercih edin baksanıza şu evin güzelliğine içinde insanı yoran ve gereksiz olan hiç birşey yok, zaten ev demek barınak demek değilmi...Şu kısa ömrümüzde evlerin eşyaların kölesi olup vaktimizi boşa harcamıyalım aksine onlar bizim kölemiz olsun ve bizi ilerki hayatımızda yüksek makamlara taşısın bırakın dünya ve anlamsız zevkler onların olsun siz sade ve huzurlu evlerde yaşamanın keyfine varın...
YAKUT

27 Aralık 2009 Pazar

Hoş ve Boş Nağmeler

Aşk ve müzik birbini tamamlayan ve bazen de birbirini azdıran iki şey. Her nerede olursak olalım veya hangi zamanda olursak olalım vazgeçemediğimiz mutlaka mırıldandığımız müzik. Bazen efgar dağıtan bazen de rahatladğımızı sandığımız ama hiçte öyle olmayan müzik . Hz. Peygamber efendimiz bir hadisinde şöyle diyor: " Şüphesiz türkü söylemek kalpte nifak bitirir." Yani bizim içimizdeki sıkıntıyı aldığını zannettiğimiz, o tatlı hoş müzikler aslında birer truva atı... Eğer sizde şu testi yaparsanız dediklerimin nekadar da doğru olduğunu anlarsınız. Bir ay boyunca hiç bir şekilde müzik dinlemeyin ve söylemeyin ama her çeşidinden uzak durun, kendinizi dünyadaki meşguliyetlerinize verin ve peygamberinize güvenin göreceksiniz ki içiniz sakinleşip huzura erecek. Bir ayın sonunda bir ay da hergününüz müzik dinlemekle geçsin canınız sıkıldıkca açın, kendinizi birden büyük bir bataklıkta hissedip daha yokmu...? Deyip daha fazla müzik aramaya başlayacaksınız dinledikce dinleyecek, battıkca batacaksınız aslında müzik de, şeytanın siyasi araçlarından en başarılı olanı. Bence müzikle kendimizi kandırmayalım ama illede müzik açacaksak ki " zaten kesin haram değil ama bizi yanlışa sevkettiği için beğenilmeyen tavsiye edilmeyen bir şey" ozaman dinlediğimiz müziklerin içeriği en azından küfür isyan olmayan bizi yanlışa sevketmeyen bizi kışkırtmayan türler olsun. Örnek verirsek " Bu akşam ölürüm beni kimse tutamaz "kardeşim sen intiharı seçmişsen biz seni tutmayalım...Veya "Seninle cehennem bile ödüldür bana " yani bu lafı söyleyen kişinin antenlerinde büyük bi bozukluk var cehennemden hiç ödül olurmu...! Sanki aşkının okadar büyük olduğunu anlatacak başka bişe bulamamış kardeşiiiiiim cehennemle şaka olmaz dalga hiç olmaz sonuçta o aşkıyla geberdiğin kişide birgün buruş buruş olup ölecek ve mezarda seni de onu da kurtlar parça pinçik edecek sonundada girmek istediğin cehennemine kavuşacaksın belkide bu sözünden dolayı ebediyyen...! Bunun için Kur'an okumayı öğrenelim ve onu sesimizle güzelleştirelim. Bakın ozaman okunan kuran gönüllerinize nasılda su serpiyor. Eğer vazgeçilmez bir derdiniz varsa sahibinize başvurun O size mutlak yardım edecektir yanlız biraz sabır.
YAKUT

24 Aralık 2009 Perşembe

Hayat Bazen de Acı


Çocukluğum hep onları merak etmekle geçmişti. Şimdi bakıyorumda, benim hayatımında onlardan hiçbir farkı yok. Dışımdan insanlara neşe kaynağı olsamda, içim kanağlıyor.Birtürlü aşamadığım bir hastalık yüzünden çok sıkıntı çekiyorum, bunun için her telden çalıyorum. Çoğu zaman keşke biraz daha geç olsaydı ve bende gençliğimin baharını sönük, dertli yaşamasaydım. siz hiç bilirmisiniz, yaşıtlarınız neşeyle dünyaya bağlanmış, istedikleri, tasarladıkları hayatları yaşarken, siz sadece biçilmiş bir ömrü dolduruyorsunuz ve ne ızdıraplarla... Heran tekrarlama riskiyle...gençsiniz yapacağınız çok şey var ve bunada kabiliyetiniz var ama malesef hayata yorgun gözlerle bakıyorsunuz, sizi incitebilecek her şeyden uzak olmak zorundasınız, her şeye sadece uzaktan bir yabancı gibi bakıyorsunuz. Bunlar söylemekle anlaşılamayacak kadar zor . İşte hayat hep mutluluk oyunu. Ve bir palyaço elbisesi giydiğim, giymek zorunda kaldığım bir ömür...
YAKUT

23 Aralık 2009 Çarşamba

Ekmekli Kurabiyem



Bugün size bir tarif veriyim dedim bunca lüks yemeği görünce iştahım kabardı arasına bir tanede ben ekleyim istedim

KURABİYE ve MALZEMELERİ

(ölçüler tahminidir) 3 yumurta

bir bütün ekmek

bir portakal kabuğu rendesi,bir çay kaşığı tarçın,bir tatlı kaşığı karbonat.

bir çay bardağı susam

bir su bardağı döğülmüş yer fıstığı

bir su bardağı çanak yoğurdu

bir su bardağı ayçiçek yağı

iki su bardağına yakın toz şeker

yaklaşık üç su bardağı un ve başlayın yapmaya

Yapacağımız kurabiye kendi el emeğimizdir. Pazardan aldığımız yer fıstıklarını güzelce kabuğundan ayıralım, kısık ateşte karıştırarak tahmini 15 veya 20 dakika kavuralım, sonra soğumaya bırakalım soğuyunca elimizle ovalayarak üst zarını ufatalım, elde ettiğimiz fıstığı havanda dövelim.Bir haftadır keserek incelttiğimiz ve kurumaya bıraktığımız bayat ekmeğimizi elimizle sıkarak ufatalım önce kalın süzgeçten geçirelim. ( kalan büyük kabuk bölümlerini ıslatıp serçelere verelim) daha sonra süt süzgeçinin alemiyum olanından dibi yuvarlak bir bardak yardımıyla koyduğumuz ekmek kırıntılarını aynı bir değirmen gibi bardağın altıyla bastıra çevire ekmeklerimizi de bu elekten geçirelim.Allaha şükredin yoğurdu yapmadan önce ineği sağmıyor unuda buğdaydan el değirmeniyle çekmiyorsunuz sonra bütün malzemeleri katın en son un. Ve susamı sakın katmayın onu üst için ayırdık bayağı cıvık bir hamur yapın elinizi koysanız eliniz ayağınzı koysanız ayağınız kurtulmayacak derecede yapışkan bir hamur olacak onun için unu yavaşca ekleyin ve mutlaka elinizle yoğurun onu hissedin... enson yağlanmış tepsiye koyun kaşıkla düzeltin en üstünede susamı her yerine gelecek şekilde serpin ve elinizle bastırarak iyice düzleyin susam yardımıyla elinize hiç yapışmayacaktır. Sonrda 180 derecede ısıtılmış fırında pembeleşene kadar pişirin. Sonrasında fazla yerseniz, Allah sizi affetsin.(eğer bisküvi gibi kıtırdak bir kurabiye isterseniz çok ince yayın ozaman 2 tepsi çıkar,susam miktarınıda arttırmanız gerekir çünkü hamurun yüzü görünmeyecek şekilde susam olmalı. afiyetler olsun.
YAKUT
NOT:Buradaki bir çok şeyi hazırda alabilirdik ama marifet onların emeğini çekmekte.

22 Aralık 2009 Salı

Orda Bir Ada Var Uzakta...!

Çimenler, ağaçlar ve gayet itinalı bir çalışma" GUANTANAMO" bu yazının içinde barındırdığı zulüm okadar büyük ki, yazacağım yazılarla kesinlikle anlatacağımı sanmıyorum. Çünkü bilmediğimiz o kadar çok şey var ki... İnsanların, suçsuz yere bir adaya hapsedilmeleri ve sonrasında bitmeyen günler, ama ne günler...! Bazen sayfaları karıştırırken, gözüme çarpan manzaralar beni derinden yaralıyor. İnsanların yazın ortasında, başlarındaki maskelerle, güneşin altında saatlerce bekletilmeleri, hep belli şekilde oturtulmaları, en hafif gördüğümüz bu olaylar, biraz düşünecek olursak ne kadar da zor... Siz hiç onların yerine koydunuz mu kendinizi? Ben düşünürken bile, beni sıkıntılar basıyor, kaldı ki onların yerine koymak çok zor.İslam dinini tanımayan, kendi pisliklerini örtmeye çalışan, bir kaç çapulcu devletin göz yumduğu, dünyada yapılan zulümler, ne kadar haklı, zulüm haklı olur mu...? Oraların ismi neden hapishane, aslında işkence hane olmalı.İnsanlar hapse girerken yaptıkları bir suç için girer. Hapsedilmeleri ise kendi yaptıkları hataları anlayıp, bunlardan dönmeleri için verilen süre olmalıyken, adama öyle bi işkence yapıyolar ki ...! Sonuç ta bu bir insan, dayanamıyor ve yapmadığınıda kabul etmek zorunda kalıyor çaresiz... Kurtulmak yok malesef, yine onların dediği oluyor ve işkenceye devam. Yapılan işkencelerde, gözlerden uzak olsun diye, dünyanın bilmem neresinde olan bir ada da gerçekleşiyor. Hani nerede İNSAN hakları, hani nerede İNSAN olmak, onların düşman gördüğü, bir türlü sindiremedikleri, şerefli dinimizde ise asla işkenceye yer yok...Bu canilere diyeceğim tek bir şey olabilir, zalimler için yansın CEHENNEM...!
YAKUT

Resimler Ve Yazılar

Türk toplumunda acaba, ne kadar gazete tüketimi var. Açın bi sorun bilgisayarınıza, gazete ve benzeri yayınlar, aslında dünyaya dair, toplumda olan olaylara dair sağlam haber kaynakları olmalıyken, yıllardır çoğunluğu dedikodu günlüğü olmuş vaziyette . Bu insan dediğimiz, ama insanlıktan uzun zamandır çıkmış olan mahluklar, haber niyetine milletin donunun ne renk olduğuna varana kadar takip ediyor... Gerçi bir çoğunun donuda kalmamış ama oda ayrı bir konu...insanlar dünyada iyi bir iz bırakmak için değil, sadece konuşulmak için yaşıyorlar. Alınan gazeteler de sadece resim konturolü için. Sanki o sanatçı da olandan, onda yok. Kardeşim bu kadar meraklıysan, Allah sanada vermiş. Gir banyoya kendini seyret, en azından günaha girmessin... okuyan düşünen bir toplum olmamız dileğiyle.
YAKUT

21 Aralık 2009 Pazartesi

Yorgunum...



Bugün yorgun mu kalktınız? Canınız hiç bir şey yapmak istemiyor mu? Doğrusu bu, hepimizde aradabir olan ama önemsenmeyecek bir şeydir. Korkmayın kötü bi hastalığınız yok...Sadece sizin hayatınız monotonluktan bu halde diyebiliriz. Öyleyse çözüm ne?... Sakın ha canınız sıkıldı diye, mutfak dolaplarını karıştırmaya başlamayın, eğer gerçekten de kronik ve kötü diyebileceğimiz bi hastalığınız yoksa, şanslısınız demektir. Önce pencereyi bi açın ve ilikleriniz donana kadar ciğerlerinize temiz hava çekin, gidin bi abdest alın, sonra iki rekat namaz kılın ve uzun bir yürüyüş yapın ama yürüyüş yaptığınız yer, insanların bulunduğu mekanlara yakın olsun, yanlız kalmayın. Çünki böyle bunalımlı zamanlarada insanlardan uzak kalmak iyi olmaz. Sonra bir yerde oturun, tabiki bedava olsun... Etrafta dolaşan insanları seyredin, göreceğiniz insanlar mutlaka sizde birşeylerin fazlalığını, yada eksikliğini hisettirecek, işte bunu anladığınız zaman sizde hiç bir sıkıntı kalmayacak ve sabah ki yorgunluk, yerini zindeliğe ve hayata bağlanmaya bırakacak...Sağlıkla kalın.

YAKUT

En güzel mutluluk tablosu.Gerisi boş...

20 Aralık 2009 Pazar

Rütbeler

Yüksek rütbeler ve resmiyet... Bu kavramlar, gelişen dünyada ön plana çıkan kavramlar olsa da, samimiyet ve dostluk hayatın özüdür. Arada sınır olmaması, karşınızdaki insana içinizden geçenleri aracısız söyleyebilmeniz, onun sizin gözlerinize bakıp ne demek istediğinizi anlayabilmesi, rütbesiz, resmiyetsiz ortamlarda daha kolaydır. İnsanların dua ederken bile aracısız dua etmeleri bunun en büyük delilidir. Eğer Yüce Sultan Rabbimize bile, saygı ve samimiyetimizle aracısız açıktan yalvarabiliyor, O'nunla konuşabiliyorsak, bu dünyada ölümlü olan insanlarla neden olmasın ki...
YAKUT

19 Aralık 2009 Cumartesi

ASALET



Asalet doğuştan olan bir özelliktir.Ne öyle bazılarının dediği gibi, "ben aslan burcuyum doğamda var"demekle nede, bolca et yemekle olur.Asalet insanların bazılarında olduğu gibi hayvanlarında bazılarında vardır, şekil A da görüldüğü gibi.Aslında buraya çok asil duruşlu birisini koymak isterdim ama, bazen hayvanlar insanların önüne geçiyor.Günümüz insanının sergiliyemediği asaleti bir hayvan sergiliyor,duruşuyla hareketleriyle tam bir otorite, ne ortalığı titreten kimyasal silahları, ne anaları ağlatan misket bombaları, nede saman altı suları sadece bir bakış...
YAKUT

18 Aralık 2009 Cuma

Sahip Çıkalım!..

Dünyanın bir çok yerinde nice fakirlikle yaşayan insanlar var. Bildiğimiz yada bilmediğimiz, ama sonuçta varolan büyük bir çoğunluk. Onlar için elbisenin, o günün modasını yansıtması değil, sadece sağlam olup onu soğuktan koruyabilmesi önemli! Kimi zengin çocukları elbisenin rengini modelini beğenmezken, bazı çocuklar o elbiseyi bulduğuna şükrediyor ve renginide beğenmese, modelide yakışmasa o elbiseyi giyiyor.Biraz durup düşünelim, ama eğer halen hallerinden anlamıyorsak bir kere de, hiç sevmediğimiz üzerimize yakışmayan ve belkide tarih öncesi dediğimiz bir kıyafeti, alalım ve sırf onların nasıl düşüncelerle ömürlerini geçirdiğini anlayabilmek için o elbiseyi bir kaç gün belkide bir hafta giyinelim, giyinip evde oturmayalım tabi ki, topluma karışalım insanların bize nasıl baktığını hissedelim, hissedelim ki o zavallı yoksulların, neler çektiğini anlayabilelim, bunu neden diyorum biliyormusunuz? İnsanların bir çoğu fakirlere hep sevmediklerini, beğenmediklerini kakalıyor, sanki onların hiç gurur yok, sanki onlar toplumda yaşamıyor, onlarda yaşıyor hemde çok zor bir yaşam.Nasıl ki senede bir defa bir ay oruç tutuyorsak ve tuttuğumuz oruc sayesinde, aç insanların halinden anlıyorsak, hiç beğenmediğimiz bir elbise veya ayakkbı giyerek te onların halini anlayabilir ve bu sayede hep nefsimizin bize söylediği beğenmediğimiz şeyleri vermekten vaz geçeriz.Bencilliği bırakıp bizcil olma umuduyla...Hayırlı cumalar.
YAKUT

16 Aralık 2009 Çarşamba

Soğanlı Geçidi

Allah a çooooook şükür yaşıyorum...!burası dünyanın en korkunç bölgesi, kod adı:Ogene.! adını bile duyunca damarlarım sıkışıyor...!Trabzona giderken sakın Bayburt üzerinden gidip sizde bu sıkıntıyı yaşamayın.!   YAKUT







Ah Bu Horozlar...

Bir söz vardır bilmem bilirmisiniz.
Tavuk gibi on yıl yaşayacağına, horoz gibi yaşa bir yıl yaşa... Sizce horoz gibi yaşayan var mı? Aslında horoz denildiğinde, bir genelleme yapılıyor. Denizli horozu gibi veya Afrika horozu ve ya bir başkasından bahsedilmiyor sadece horoz. Bu lafta kast edilen horoz, erkeklik adamlık mı sizce? bence tamda o, ama etrafımızda acaba horozlar kaldı mı? Birçok erkek bu tür sözleri duyunca ruhu okşanır, birden bir havalara girer ne hikmetse. Ama iş horoz olmaya gelince, mangalda kül bırakmayanlar, nedense hemen kaybolur.Çünkü horozluk açık anlamıyla adamlık zordur, her erkekte vardır biraz ondan. Ama bizim kast ettiğimizden , malesef ancak yüzde beşinde vardır.Keşke bu saptamalarım yanlış olsaydı, eğer yanlış olsaydı ortalık bu kadar karı kılıklı adam dolu olurmuydu? Bir bakıyorsun, boyu, postu, kılı, bıyığı yerinde ama yaptığı işler, hiçte o adam kıyafetine uymuyor. Karısı var kızı var ama,! Koçun da boynuzu var...! Ne karısına dur diyor, karısı bilmem nerelerde gezerken ne de evladını araştırıyor hangi erkekle gezerken, zaten kendiside nasıl köşeyi dönerim peşinde... Eyvah böylesi horozlara eyvah horozluğun arkasında saklanan ama tavuk bile olamayan horozlara...!
YAKUT

15 Aralık 2009 Salı

Boş Kalan Salıncak


Yıllar önce küçük bir köyde yaşayan bir kızın hikayesi...
Henüz yedi yaşında olmasına rağmen çok akıllı ve cesur bir kızdı Selime, günler onun için mutluluk kaynağı, geceler ninesinden dinlediği masallarla iple çektiği vakitlerdi. Annesi ve babası olmamasına rağmen yinede mutluydu nineciğiyle, zaten onların kimseye ihtiyacı da yoktu, Allahtan gayrı. Günler geçip gidiyordu değirmende ki su misali.Selimenin en sevdiği oyun bir keresinde kasabaya gittiğinde gördüğü ve bi türlü binemediği salıncaktı, hep onun hayaliyle yaşıyordu, keşke onunda bir salıncağı olsa ve göklere kadar ulaşsa, belkide orada annesini , babasını yada başka kimbilir ki, kimleri görebilirdi hep bu hayallerle yaşıyordu Selime, ama yine de mutluydu, salıncağı olmasa da. Selime artık okula başlamıştı birinci sınıf onun için çok eğlenceli bir yerdi, bir sürü arkadaşı vardı. Selime ilk karnesini aldığında çok mutlu olmuştu ve heycanla koşarak eve nineciğine karnesini göstermek istiyordu. Yolda tanımadığı iki kişi görmüştü onların niyetlerinin ne olduğunu bilmeden karnesini onlarada göstermek istedi. Iki kişiden biri sanki çok merak etmiş gibi ilgi gösterdi Selimeye, Selime zaten insanları çok severdi. Konuşmaya başladılar adam Selime ye karnesinin çok güzel olduğunu söyledi ve ona bir hediye vermek istediğini söyledi Selime sevinçten ne diyeceğini bilemedi. ve Şey dedi. Ben kasabadaki salıncaklara hiç binemedim onun için bi salıncağım olsun isterdim.adam tamda istediğine ulaşmıştı, yanındaki arkadaşına bi göz işareti çaktı ve arkadaşı arabayı getirdi, Selimeyle iyice dostluk kuran adam ben seni istediğin salıncağa kavuşturacağım dedi çünki böyle güzel karne bunu hak eder. Selime çok sevindi hiç düşünmeden arabaya bindi, ve... Akşam olmasına rağmen selime gelmemişti, nineciği ağlayarak köylülerden yardım istemiş ve jandarma her yeri didik didik aramıştı ama Selime yoktu köyün etrafı ağaçlık olduğundan jandarma aramayı genişleterek ormana dağıldılar biryanda askerler, biryanda köylüler, herkes
Selimeyi arıyordu karanlık her yeri kaplamıştı, nineciği ise evde dua ediyordu. Aramalar sonucunda Selime ye ulaşılmıştı, ama selime çok kötü bir haldeydi kötü emellerine ulaşan caniler bir ağacın dibine cansız bedenini bırakmışlardı Selimenin... Ağlıyordu herkes ağlıyordu asker yürek dağlayan bu olaya,ninesinin karne hediyesi olarak hazırladığı salıncaksa, bomboştu artık...! Ama böylesine masum bir çocuğa Rabbi göklerde altından, kuş tüyünden bir salıncak hazırlamıştı hemde hiç bitmeyen bir mutlulukla...
YAKUT

HUZUR İÇİN DOĞA DESTEĞİ

Hayatın en sessiz en huzur veren sabahlarından biri...Yanlızlık insanın kendisini dinlemesinde en büyük etkendir.Kimileri yanlızlığı sevmese de, insan bana göre bazen yalnız kalıp kendini muhasebe etmeli ve olaylara da bazen tarafsız bi gözle bakabilmeli, ozaman yaptığı hataları da fark edebilir.Ve bence bu resim, her neresiyse, burada insan çok güzel tefekkür edebilir,sonrasında da hayata daha sağlıklı bakabilir,onun içindir ki, gezdiğimiz yerlerde bize uygun, iç huzurumuzu sağlıyacak, bizi sakinleştirecek,hatalarımızdan dönmeye vesile olacak ve bizi düşünmeye sürükliyecek yerler varsa hemen oraları not edip, arada oralara gidelim. Yalnız, sadece kendimiz olarak, yanımızda hiçbir kin, nefret taşımadan birde bizi kendimizden alıkoyacak hiçbir şey olmadan. Yani çalan bi telefon yada çişi gelmiş bi çocuk yada kaprislerini çekmek zorunda kaldığınız bi eş ... Sadece siz ve bu güzel doğa harikası yerler...
YAKUT

14 Aralık 2009 Pazartesi

TEMİZLİK SEMBOLÜ KAR


Ve işte yine kış, Allah'ın en büyük nimeti, tertemiz bembeyaz bir dünya, evet bir de bu taraftan bakarsak kar, dünyayı ne güzelde temizliyor, öyle temiz öyle güzel bi örtü ki sanki hiç birşey bu koskoca dünyayı yıllardır kirletmemiş... Ah keşke öyle olsaydı, bir kar yağsa ve her şey tertemiz olsa... Nerede o günler, dünyada o kadar da kirli düşünceler, o kadar da kirli oyunlar oynanıyor ki... Düşünmek bile insanı acıtıyor ama elden ne gelir, bir fert olarak yapacaklarımız çok kısıtlı.Dünya aslında hep eski dünya, değişen bir şey yok,insanlar değiştirmediği müddetce!..İnsanlar ise gün geçtikce, dahada gaddar, dahada nefsine tapar oluyor, teknolojik rahatlıklarla sanki ulaşılamaz oluyor ve bazen kendi arzularına, bezen hayata tapar oluyor Yüce Yaradanı unutup....Unutmak.. Acaba unutmakla kurtulabiliyormuyuz sorumluluklarımızdan? veya azgınlıklarımızla ulaşabiliyormuyuz iç huzuruna? yoksa günlük anlık mutluluklar yakaladığımızı zannedip, aslında yok mu oluyoruz kendi hiçliğimizde, hiçlik diyorum çünkü insan bu yeryüzünde aslında bir hiç, bir zerre,yaptıkları veya yapacakları ne kadar da çok, olsa yinede son durak kara toprak ve huzurunda toplanılacak Ulu bir Hükümdar! yani hesap, bu dünyada kimse tek başına değil aslında... Ey insan, senin teknolojin nedir ki? Yüce Allah'ın ilmi, saltanatı yanında... Aslında çokta zor değil bunu anlamak, ama nefisler arzular bunu engeller ve insan yenilir kendine ,sonrası da malum kirlenmiş bir dünya... Yanlızca karın üstünü örtebildiği ve bu sayede temiz görebildiğimiz, görmek hayaliyle yaşadığımız, yaşlandığımız dünya...
YAKUT
YAKUT..